Prof. Nevzat Atlığ Röportajı’ndan Güncel Yansımalar (2005)… Yener Süsoy


Toplam Okunma: 3275 | En Son Okunma: 25.04.2024 - 10:05
Kategori: Basından, Röportajlar

Geleneksel Türk sanat müziğinde 5 kuşağa şeflik yapan Prof.(Med.Dr.) Nevzat Atlığ’ın Hürriyet Gazetesi yazarlarından Yener Süsoy ile 2005 yılında yaptığı görüşmeyi ve günümüz müziği ile ilgili ilginç bulacağınızı umduğumuz kesitler sunuyoruz. Her konuya popülist yaklaştığını düşündüğümüz günlük bir gazetede yayınlanan röportajın, tam aksine, güncelliğini hala koruyor olması, kültürel değişim sürecimizde zaman akışının hiç de hızlı olmadığını kanıtlar gibi bir izlenim edindiriyor. Tabii ki tarihi kimliğe sahip ve klasik olarak nitelediğimiz bir müzik değerimizin fikirlerinin güncel yansıması da bu denli kalıcı oluyor… Aktarıyoruz:

Yener Süsoy: Cemal Reşit Rey, 20 Ağustos 1972’de kendisiyle yaptığım röportajda aynen şunları söylemişti:

‘Dr. Nevzat Atlığ sayesinde artık teksesli klasik Türk müziğini dinliyor, hayranlık duyuyorum. Dr. Atlığ, Mesud Cemil’in açtığı yoldan giderek bugün Türk müziğine hakkı olan asalet damgasını bahşetmiştir.’

Adnan Saygun ise 3 Eylül 1972’de Ankara’daki evinde bana aynen şöyle demişti:

‘Türk müziğinde olumlu hareketlere Mesud Cemil başlamıştı. Bizim eski büyük sanatımızı yayvan ve çığırtkan bir tarzda söylemekten kurtardı. Sonra Ruşen Kam devam etti, bu meşale şu yıllarda ise Dr. Nevzat Atlığ’ın elinde.’

İşte o Dr. Nevzat Atlığ, 1985’te Adnan Saygun’la birlikte ilk müzik profesörü oldu. 1987’de Türk müziği dalında ilk ‘Devlet Sanatçısı’ unvanını aldı. 1999’da Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık bulundu, yine ilk ve tek olarak. Ve önceki hafta da Ankara’da Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü aldı… Selamlar, 5 kuşağa şeflik yapmış, klasik Türk müziğinin 80’lik anıtına.

Y.Süsoy- Konserlerinizi izleyen devlet büyüklerimizden hangileriyle unutulmaz anılarınız var?
 

N.Atlığ - Ankara Türk Ocağı Salonu’nda konserimiz var, Evren Paşa da katılacağını bildirmiş. Repertuarı en ince nüanslarına kadar hazırladım. Ses bir yükseliyor, bir alçalıyor, Dede’nin Kar-ı Nevi’ni de okuyoruz. Konser çok güzel geçti, bitiminde yukarda verilen kokteyle çıktık. Evren beni tebrik ettikten sonra, ‘Doktor, yahu şarkılar biraz hafif, cansız. Arkadaşlara şöyle bir yüksek perdeden bir şeyler falan okutsanız daha iyi olacak’ dedi. Boynumu büküp ‘emredersiniz Paşam’ dedim, ne diyeyim?
Aradan birkaç hafta geçti, bizi İzmir’e konsere çağırdılar, gittik. Meğer Evren Paşa da Milli Güvenlik Konseyi üyeleriyle birlikte konserimizi izleyecekmiş. Hemen repertuarı değiştirdim, tiz sesleri bol mahur, kürdilihicazkar makamlarından eserler seçtim. Çocuklara da ‘Atış serbest, istediğiniz gibi söyleyin’ dedim.

Gerçekten de büyük bir coşkunlukla, fasıl yapar gibi söylediler. Konserin sonunda Evren beni yanına çağırdı; tebrik ettikten sonra ‘Doktor aferin, dediğimi yapmışsın, bak ne güzel oldu’ dedi. Klasik Türk müziğini devlet protokolüne alan ilk Cumhurbaşkanı Kenan Evren’dir. O zamana kadar Cumhurbaşkanı’nın himayesinde hiçbir klasik Türk müziği konseri yapılmazdı.

ALATURKA-ALAFRANGA KAVGASI BİTSİN ARTIK…
 

Y. Süsoy -  Klasik Türk müziği ile klasik batı müziğinin arası ben kendimi bildim bileli hep açıktır. Birinin ak dediğine, öteki kara demek zorunda mıdır hocam?
 

N.Atlığ - Batıcılar müzik bakımından bizi düşman gibi görüyor; onlar çağdaş, ilerici, biz ise gericiyiz sanki. Bu gereksiz alaturka-alafranga kavgası bitsin artık, çağdaş Türkiye’ye yakışmıyor. Kızım Nihan, Belediye Konservatuvarı piyano ve Devlet Konservatuvarı kompozisyon mezunu; Adnan Saygun’un, İlhan Usmanbaş’ın talebesi. 20 yıldır MSÜ Devlet Konservatuvarı’nda solfej dersi veriyor. Çok isterdim ki Batı müziğiyle uğraşan bir arkadaşımın çocuğuna da ben Türk müziği konservatuvarında ders vereyim. Batı müzikçiler yıllardır ‘Türk müziği tek sesli ve basittir’ diyor. Oysa Türk müziği bütün güzelliğini tek ses üzerine inşa etmiştir. Onlar bizim müziğimizde olmayanları arıyorlar, bulamayınca da basit buluyorlar. Türk müziğini dinleyenler, bu müzikte neler bulunmadığına değil, nelerin bulunduğuna kulak vermelidir. Ben klasik müziğimizi mimarimizle mukayese ederim. Türk mimarisi hep yuvarlak hatlıdır, kilisede olduğu gibi sivri, batıcı değildir. Kubbeler, savaklar vesaire köşeli değildir. Klasik müziğimizi gözünüzü kapatıp dinleyin, melodilerin bir şeyleri çevrelediğini, huzur verdiğini hissedeceksiniz.

RADYO’NUN KAPICISI BİLE BESTEKAR OLDU…
 

Y. Süsoy - TRT’nin düzenlediği alaturka ses yarışmasında nice genç sesler, besteler gün ışığına çıktı, siz hangilerini beğendiniz?
 

N.Atlığ - Yüzlerce, binlerce bestekar çıktı, hangi birini sayacağım sana?.. Radyonun kapıcısına varıncaya kadar hepsi Bestekar-ı Şehriyari. Olmaz be kardeşim, bu kadar kolay bestekar olunmaz. TRT’den daha iyi müzik yayınları bekliyorum, müzik sadece eğlence demek değildir, aynı zamanda eğitim vasıtasıdır, ruhu terbiye eder. TRT’de zaman zaman gayrı ciddilikler oluyor. Bir topluluk düşünün, solist çıkıp şarkısını söylüyor, arkadaki arkadaşları onu alkışlıyor. Şefi alkışlıyor. O da kendisi söylerken halkı alkışa davet ediyor. Bunu gören öteki, işi daha da sulandırıyor, sonu yok ki.

TÜRK SANAT MÜZİĞİ TABİRİ KULLANMADIM…
 

Y. Süsoy - Hangi müziğe müzik dersiniz hocam, sözgelimi hiç canınızın pop müzik çektiği olur mu?

N.Atlığ - Müzik, müziktir benim için; sen bana kaliteden haber ver. Pop müzik de dinlerim, yeter ki sırf gürültü olmasın, sözü söz, bestesi beste olsun. Eskilerden Tanju Okan’ı, Sezen Aksu’yu severim, yenilerden ise Sertab Erener’i beğeniyorum. Ben sadece arabesk denen saçmalığı dinlemem, saçma sapan bir şey. Musikiyi sosyal yaşantıdan ayırmak mümkün değil, bir manada toplumun aynası. Türk toplumunun hayat tarzı, hayat felsefesi çok değişti. Bugünün aynasına bakacak olursak; ya pop, ya arabesk müzik diyeceğiz. Artık ikisini birbirinden ayırmak da pek mümkün değil. Batı sazları hakimse pop diyorlar, Türk sazları hakimse arabesk diyorlar galiba.
Çoksesli Türk müziğine de karşı değilim, ama Dede Efendi’nin eseri çoksesli yapılamaz, ayrıca buna kimsenin hakkı da yok. Doğru olan, bir bestekarın Türk Müziği sistemini kullanarak ortaya çok sesli müzik çıkarması. Bu arada şunu da söyleyeyim, ben hiçbir zaman ‘Türk sanat müziği’ tabirini kullanmadım. Türk sanat müziği yanlış bir deyim, onun dışındakilerin sanatla ilgisi yokmuş gibi oluyor.

Y. Süsoy - Türk Müziği’nin en iyi kadın ve erkek sesleri…
 

N. Atlığ - Hacı Arif Bey’in ‘Gurub Etti Güneş, Dünya Karardı’ şarkısına bayılırım. Sesim hálá güzeldir, Selahattin Pınar’ın, Yesari Asım’ın bütün şarkılarını da bilirim.
Gelmiş geçmiş en büyük erkek sesleri, bence Münir Nurettin Selçuk, Alaeddin Yavaşça ve Münip Utandı. Kadınlarda ise Safiye Ayla, Perihan Altındağ ve Sabite Tur’un adlarını verebilirim.

Radyo’da canlı yayın sırasında hanımlardan bayılan çok olurdu, mesela Mürşide Şener ve Gülseren Güvenli. O anda hemen sazlardan birine 5 dakikalık taksim yaptırırdık. Bu arada arşivden o taksime uygun bir plak bulup yayına verirdik.

Rakı sadece Türk müziğiyle değil, kaliteli her müzikle iyi gider. Eskiden gazinolara giderdik ailece ama, son yıllarda gazinolarda doğru dürüst müzik kalmadı. Belki de en son Behiye Aksoy’u dinlemişimdir.

Y. Süsoy - Klasik müziğimiz neden meyhanelerle anılıyor? Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk kendi müziğini neden yasaklamış?
 

N.Atlığ - Eğer ki Atatürk Türk müziğini kıyafetlerinden repertuarına kadar çok iyi, çok muntazam hazırlanmış bir korodan dinleseydi başka olurdu. Mesela Sarayburnu’nda kendisi için hazırlanan bir konsere Mısır’dan büyük bir koro çıkıyor. Bizden de Eyüp Musiki Cemiyeti sahneye çıkıyor. İki grup arasında hem kıyafet, hem repertuar bakımlarından büyük farklar var, Atatürk o tablo karşısında mutlu olmuyor elbette. Eğer Münir Nurettin ve Mesut Cemil Bey’ler Atatürk’e hem görsel, hem de repertuar olarak zengin bir koro izletmiş olsalardı Türk müziği şimdi çok başka bir yerdeydi.

Bu müzik 20. yüzyıla kadar sadece sarayda, konaklarda icra edildi, kapalı bir toplumduk, konserler falan yoktu. Batı müziği de zenginlerin saraylarında, şatolarında, kiliselerde gelişmedi mi? İşte bu müziğimizin inkişafı amacıyla 1914’de kurulan Darülelhan 1926’da konservatuvar yapılıyor ve Türk musikisi bölümü kapatılıyor. Devlet himayesinden mahrum kalan müzisyenler de geçimlerini temin edebilmek için piyasada çalışmak zorunda kalıyorlar. Önce kendi adını verdikleri takımlarla kıraathanelere iltica ediyorlar, zamanla içki içilen yerlere ulaşıyorlar. Türk müziğinin meyhane ile anılması ta o yıllardan başlıyor…

http://arama.hurriyet.com.tr/default.aspx?keyword=atat%fcrk%20bestesi

25 Nisan 2005




Hoşgeldiniz