Bir Çalgı Yapımcısının Öyküsü - Dr. Ayhan SARI


Toplam Okunma: 3363 | En Son Okunma: 15.04.2024 - 09:15
Kategori: Anma Yazıları, Anılardan Kesitler, Yazarlarımız: A.Sarı

Adı Temel Şehit idi. İzmir’de yaşıyordu. Öyle ismi ansiklopedilere girecek kerte olmasa da aşağıda okuyacağınız vechile hakkında yazdıklarıma, yazacaklarıma değer bir Türk çalgı yapımcısıydı. Ve kimse bu insanların içinde bulunduğu gerçek dünyayı yazmamıştı. Bu öykü aynı zamanda bir ibret öyküsüydü. (İyi zamanlarında, yani çalgılar konusunda araştırma yaparken gerçekleştirdiğimiz görüşme metni altta sunulmuştur) O da her çalgı yapımcısı gibi bu işe çıraklıkla başlamış, çeşitli ustaların yanında çalışmış, büyümüş, kendi çalgı yapım atölyesini kurmuş, hemen her türlü Türk çalgısını yapabilir duruma gelmişti. Yurt içinde ünü yayılıyordu. Bu işin atadan kalma usullerle yürütmek sadece geleneği devam ettirmek olacaktı O’nun için.

Oysa bu işin yurt dışı kısmı da vardı.Temel Şehit bunu görmüştü. Fakat işin yurt dışı-ihracat kısmı öyle atadan kalma usullerle halledilemezdi. Bu nedenle daha pratik üretim çözümleri gerekiyordu. Teknenin, göğsün, sapın, burgunun daha kısa sürede üretilmesi, bu işten daha fazla ekmek yenmesini sağlıyacaktı. İşte burada öncülüğü üstlenen ilklerdendi. Temel Şehit geleceği görüp aklını bu yönde kullanan ilk çalgı yapımcılarımızdandı. Düşündü, durdu ve buldu. O zamanlarda belki de hiçbir mühendisin düşünemediği makinalar icat etti. Ağaç kurutma, bükme makinesinden burgu makinesine değin bir çok hızlı - pratik üretimleri içeren makinelerdi bunlar. Üretmek istediği ana çalgı parçaları daha hızlı üretmek için makinesinde-tezgahında olması gerekli parçaları sanayi sitesinde tornacılara yaptırdı. Kimi parçaları da eski çamaşır makinesi motoru gibi çalgı yapımcılığıyla direkt ilgisi olmayan bir takım hurda makineleri, çalgı parçalarını seri üretim amacıyla kendi düşüncesine uyarladı.

Artık kendi deyimiyle fabrike olma yoluna girmişti. Burgu, tel bağlam yeri vs gibi her türlü küçük parçayı seri olarak üretebiliyordu. Tabii ki bütün bunları “kültürel müziğimizin ana ögeleri çalgılarımız yaşasın mantığıyla değil” sadece daha fazla para kazanmak amacıyla yapıyordu.

Arap ülkelerine çalgı ihracatı bu düşünce ve uygulamalarında temel oluşturuyordu.
Ud ve darbuka çalgılarıyla başladı işe.. Devlet’ten ihracatçı belgelerini aldı. Kanun çalgısıyla devam etti. Bürokrasi işlerinden anlamıyordu ama gözü karaydı. Aklına koymuştu bir kere. Türk çalgılarını ihraç edecekti. Tabii ki bu arada çok para kazanacaktı. Atölyesini genişletti. İzmir-Karabağlar semtinde diğer çalgı yapımcılarına oranla daha geniş bir atölye tuttu. Kardeşlerini de yanına aldı. Bu arada ihracat işlerini bilen kişilere yaslandı bürokratik olarak. Ama kendisi bu işlerden anlamıyordu.

Dedik ya kafasına koymuştu. Yaptığı çalgıları ihraç edecekti. Arap ülkeleriyle bağlantılara geçildi. Çalgılar paketlendi. Gümrükten yola çıktı ve karşı tarafın gümrüğüne vardı. Fakat evraklarda yazım hataları vardı. Bu hataların giderilmesi zamanlar aldı. Sonunda kendisi gitti Libya’ya, Suudi Arabistan’a, Ürdün’e.

Zaten zayıf, çelimsiz bir görünümü vardı. Çalgıları gümrüklerde bekliyordu. Yaptığı veya yaptırıldığı ihracat sözleşmelerinde zaman mefhumu vardı. Ve bu zaman mefhumu gümrüklerde bekleme nedeniyle gecikmiş, karşı tarafa tazminat hakkı doğmuştu.
Buna bir de gümrüklerde çıkan problem nedeniyle antrepolarda yeniden sayılma işleminde çalgıların patates çuvalı atılması, çalgıların hasar görmesine neden oldu.
Üstüne üstlük kendini bu Arap ülkelerinde işadamı olarak kanıtlıyamıyordu. Gözaltına alındı. Parası bitti. Çalgıları harap oldu. Bunlar yetmezmiş gibi bir de alkollü içki içme suçu eklenmişti. Sonunda Ülkesine dönebildiğine şükreder hale geldi.

Ben Temel Şehit’i Türk çalgıları ile ilgili araştırmalarım sırasında, yani 1985 yılında İzmir-Karabağlar’daki büyük atölyesinde tanıdım. O küçücük cüssesiyle kendini çalgı yapımcılığına adamış tok bir emek insanı izlenimi uyandırmıştı bende. Sadece yapımcıydı. Hırslıydı. Ben de hırslıydım mesleğimin baharında…Daha sonra ben Okuldan mezun oldum. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde göreve başladım. Sonraları da Edirne Devlet Türk müziği Topluluğu Genel yönetmenliği görevini üstlendim ve İzmir’den ayrıldım(1994). Sekiz yıl sonra 2002’de döndüm.

Temel Usta ile bu kez İzmir-Basmane semtindeki küçücük iki odalı toprak bir yapıda ilkel koşullarda karşılaştım. Koşulları ne kadar zor olsa da içki zevkini ve dostlarını kaybetmediğini gördüm. Dünyası daralmıştı ama mutluydu. Tekirdağ rakısını alabiliyordu. Oğullarından fayda yoktu. Eşinden de dert yanıyordu. “O’na hep kırmızı kart gösteriyor” diye… Yaşam ipi kertiklenmeye başlamıştı. Yalnız başına, çalışma için hiç de uygun olmayan atölye koşullarında yaşı 74’e gelmiş bir halde çalgı yapmaktan yılmıyordu. Tamir için götürdüğüm iki çalgıyı da çok güzel tamir etmişti. Yıl 2005 idi. Sonra bir gün (Aralık 2005) öğrendim ki İzmir Devlet Klasik Türk müziği Korosu müdürü Güner Özkan her zamanki yardım duygularıyla Temel Şehit’i, alkolizmden kaynaklanan sağlık sorunlarından dolayı son çare olarak Manisa AMATEM’e yatırmak zorunda kalmıştı .
Temel Şehit kabullenemedi bu yaşam tarzını. O, her günün akşama varışında rakısının kapağını açmaya programlamıştı hayatının akışını. Zaten başkaca da bildiği gerek biyolojik gerekse sosyolojik bir ritmi yoktu. Varolan yaşam ritmi de AMATEM’de yok olmuştu. Kabul etmedi. Çıkarttı kendini tedaviden. Hastaneden ayrıldı…2006 Şubat ayının altıncı günü İzmir-Yeşilyurt Atatürk Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı. Ve orada aynı gün bu dünyadan göçtü…

Neden yazdık Temel Şehit’i? Çünkü Ülkemizdeki diğer çalgı yapımcılarını, onların mesleki koşullarını göstermesi açısından  bir örnekti hayat öyküsü. Çünkü hemen hepsinin çalışma koşulları birbirine benziyordu.
(Ta ki konservatuar çalgı yapım bölümlerinden mezun olanlar dükkan açma aşamasına gelip, paralarını kazanmaya başlayıncaya dek…)

Sanırım benim de 1985’de Türk çalgıları üzerine araştırmalarım sürecinde Temel Şehit ile yaptığım röportajı -22 yıl sonra-yayınlama sırası geldi….

Temel Şehit görüşmesi için bkz: http://www.musikidergisi.net/?p=33




Hoşgeldiniz