“Eyvah, Konservatuardan Mezun Oluyorum…” Dr. Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 2951 | En Son Okunma: 19.04.2024 - 09:24
Kategori: Fikir Yazıları, Yazarlarımız: A.Sarı

Ayhan SARIGerek Türk, gerekse Batı müziği Devlet konservartuarlarımız her yıl yüzlerce mezun verir duruma geldi. Bu duruma sevinsek mi, üzülsek mi bir türlü karar veremez olduk. Sevinsek yerinde, çünkü müzik sanatı uğraşanı sayımız giderek artıyor ve bu işin eğitimini almış kişi sayısı çoğalıyor.
Üzülsek yerinde, çünkü TRT, Devlet Koroları kadroları dolu. Tek tük boşalan kadrolara da girme şansı ancak tepelerden sağlanan etki sayesinde yakalanabiliyor.


Nedense yönetmeliklere iyi niyetlerle yerleştirilmiş bir madde amacının dışında kullanılıyor. Nedir bu madde?
Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1993 Devlet Koroları yönetmeliğinde:
Madde 36- Sanat alanında üstün olgunluk ve tecrübeye erişmiş sanatçılar arasından; Sanat Kurulunca yapılan yeterlilik sınavında başarılı olanlardan Korolararası Kurul’un kararı ve Bakan Onayı ile ses ve çalgı sanatçıları atanabilir.”

2006 tarihli yeni yönetmelikte aynı içerikli madde:
Madde 29 – (1) Alanında ulusal ya da uluslararası üne sahip, temininde güçlük çekilen, yeterli meslekî deneyim, üst seviyede bilgi birikimi ve tecrübeye sahip sanatçılar, genel duyurulu sınav yapılmaksızın,(burada eski yönetmelikte varolan, ilgili koronun sanat kurulu kararının gerekliliği çıkarılmış) Korolorarası Kurulun değerlendirmesi neticesinde yapacağı gerekçeli teklifi, Genel Müdür’ün uygun görüşü ve Bakan Onayı ile atanırlar. Bunların sayısı ilgili Koro sanatçı sayısının yüzde beşini geçemez”

Bu maddeden açık öğretim lisesi mezunu bir müracaatçının 15.08.2005 tarih ve 118985 sayılı onayla açıktan sanatçı kadrosuna atandığı  bilinmektedir. Bu örnek, olayın sadece belirgin bir yansımasıdır. Bunun gibi geçmişte yaşanmış birçok uygulama vardır.
Her ne kadar yeni sanatçı kadrolarının açılması gayreti gösteriliyor ve ola ki açılıyorsa da yerel etkin politikacıların yüksek seçici jüri üyeliklerinin dayanılmaz varlıklarından dolayı gerçek sanatçılara faydası olmuyor.

Bir yarıştır gidiyor her alanda. Müzik sanatımız açısından türlü yarış kulvarları var. Ama bu kulvarlar yüzme veya atletizm kulvarlarına hiç mi hiç benzemiyor.

TRT Kurumu yıllarca “istisna akitli” (yani icra yaptığı program başına ücret ödenen) icracıları bünyesinde barındırdı. Bu istisna akitlilerin ana amacı kadroya dahil olabilmekti. Çünkü çok düşük ücretler ödeniyordu. Zaten hepsini de kadroya almanın olabilirliği görünmüyordu. Bu uygulamaya da son verildi.

Benzeri bir uygulama Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda “geçici işçi statüsünde icracılar” şeklinde uygulandı. Bu geçici işçilerin de ana amacı kadroya geçebilmek idi. Bunun için aşındırmadıkları milletvekili kapısı bırakmadılar. Sonuçta bu uygulama da pasifleşti.

Burada gerek istisna akitli, gerekse geçici işçi kadrosunda görev yapan yeni mezunlarımızda tabii ki bir kusur aramıyoruz. Sözün arasında bu geçici kadroların da yetersiz amaçlı kullanımlarına da tanık olunduğunu belirtmek gerekiyor.

Örneğin Diyarbakır Devlet Korosu’nda geçici işçi statüsünde göreve başlamış lise mezunu bir bayan(veya erkek) eş durumundan büyükşehirdeki bir Devlet Korosu’na atanıyor. İlgili Koro’da kadro zaten kalabalık olduğundan ve Diyarbakır’daki seçilme kriterleri büyükşehirde geçerli olmadığından kabul görmüyor. O kişi de orayı burayı aşındırmaya başlıyor. Uyum gerçekleşemiyor ama emirler zincirinde problemler yaşanıyor ve asil kadro olmadığından dolayı birinci sınıf ve ikinci sınıf icracılar dönemi başlamış oluyordu.
Üstüne üstlük seçim arefesinde Devlette görev yapan tüm geçici işçilerin kadroya dahil edildiği şeklinde yeni bir yasa çıktı ki (Nisan2007) tam bir kaos doğdu. Bu yazı kaleme alınırken gerek yasa, gerekse yönetmelik hazırlanırken problemin nasıl çözüleceğine(belki 4b kadrosu?) dair bellibaşlı birkaç müzik adamı ve bürokratından başka kimsenin fikri alınmıyordu.

Çünkü Ankara kültüründe yaşayan müzik uzmanları her şeyi zaten çok iyi bilmekteydiler. Biz de şunu çok iyi bilmekteyiz ki Taşra korolarındaki durum Ankara kültürü bakışından çok farklıdır…

Bu şekilde gerçekleştirilmeye çalışılan çözümler, geçici işçi veya istisna akitli kadrolarda görev yapan icracıların torpil etkili baskıları sonucu yöneticileri yıldırmasıyla son buldu. Ve bu icracılar elde ettikleriyle yetinmeyip bindikleri dalı kesmiş oldular.

Gerçek sanat icracılığıyla, -türlü ilişkilerin etkilediği seçilme yarışında bir kurumda kadro sahibi olma açısından- başarıya yansıyan sanat arasındaki farkın yeterince dikkate alınmadığı görüşünün konservatuarlarımızdan yeni mezun veya mezun olacak sanatçı adaylarımız arasında tam bir kaos ve ümitsizlik oluşturduğu gözleniyor.

Ya bunların gelecek korkusunun müzik sanatımızda yarattığı güvensizlikten-çalışamamaktan kaynaklanan üretimsizlik ve konservatuar süresince öğrenilenlerin yok olması riskinin -belki de sonucunun- bedelini kim karşılayacak?

Bu yeni mezunlara iyi niyetli yaklaşımlarla telkin edilen “İşinizin peşini bırakmayın” öğüdü ne derece etkili olabilir ki?

Dünya’nın önde gelen ve adeta klasik müziğin kalesi olarak nitelendirebileceğimiz ülkelerde(örn: Fransa) bile bir klasik müzik sanatçısının seslendirdiği CD’sinin yılda 500 adet satmasının başarı olarak addedildiği gerçeğini bilmek konservatuarlarımızdan mezun olan ümit dolu gençlerimizi ve ders içeriklerini nasıl yönlendirmemiz gerektiği konusunda ipuçları vermektedir.

Yani konservatuarlarımızda yaşanan diğer bir problem de öğretim programlarının öğrencinin geleceğine yönelik hazırlanmamasıdır. Bu konu öğrencinin mezun olduktan sonraki kendi kendini yetiştirmesine bırakılmakta ve sonuçta öğrencinin içsel sanat anlayışı çatışmasına sebeb olunmaktadır.

Bu arada konservatuar mezunlarına öğretmenlik hakkının bir verilip bir alınması, konunun kafalarda netleşmediğinin açık göstergesidir.

Konuya bir de diğer yandan bakalım:

Sözkonusu yeni mezun gençlerimizin mutlaka bir Devlet Müzik kurumunda çalışmaları gerekiyor mu?

Konuya bakışımızı Devletimizin sanatçı istihdamı zorunluluğu gibi koşullanmadan sıyırarak madalyonunun öbür yüzüne kaydırırsak, durumun olumlu yansımalarını bu açıdan da görememekteyiz. İrdeliyecek olursak:

Genel iş dünyamızda da müziğin pazarı popüler müzikler yönünde ağır basıyor.
Özel sektörde faaliyet gösteren kurumlarımızın müzik toplulukları kurma gibi bir heves içinde oldukları gözlenmediği gibi Devletimiz tarafından bu kurumları yönlendirme anlamında yasal çalışmalar yapılmadığını bir yana bırakın böyle bir niyet bile gözlenmediğini rahatça söyliyebiliriz.
Devletimiz tarafından belli bir sayıdan fazla(ör:50 işçi) çalışan kişi istihdam eden özel sektör iş kurumlarımıza müzik topluluğu kurma zorunluluğunun yaptırımının da yasalarla düzenlenmediği görülüyor.

Türk müziği açısından önemli bir güç oluşturan ama birlikte hareket edememeleri yüzünden hiçbir etkileri hissedilmeyen ve sayıları 2000’i aşan Müzik derneklerimiz, ancak müziğe sevgi ile bakan amatörlerin -aidatları karşılığında- boş zamanlarını değerlendirme amacını tatmin edebiliyor.

Ayrıca Türk Müziği, -belli bir kültürel düzeye gelmiş ülkelerde olduğu gibi- müziğe maddi yardımlarda bulunabilecek varlıklı kişiler tarafından desteklenmiyor…

Görüldüğü gibi okulundan yeni mezun olmuş bir müzikçimizin çalışma alanı daraldıkça daralıyor.
Üstelik meydanlarında müzik yaparak müzisyenin çalgısının kılıfına para atılması mümkün görünen kentlerimizin sayısı da üçü geçmiyor.
Bu nedenle –zabıta korkusu olmasa da- işporta müzisyenliği de çözüm gibi görünmüyor.

Sonuçta konservatuar mezunlarımız açısından üzülme nedenlerimiz, sevinme nedenlerimizden kat be kat daha fazla.
Mezuniyet aşamasına gelmiş her öğrencinin kafasından da şu soru hiç çıkmıyor:

“Ben geçimimi nasıl sağlıyacağım?”…

Evet, mezun olan gençlerimiz geçimini nerede-nasıl sağlayacak?

Kendimizce ironik de olsa çözüm yolları önerecek olursak bu gençlerimiz :

a- Orta öğrenim kurumlarına öğretmen olacak(formasyon verilirse)
b- Özel dersler verecek(sabır gücü varsa)
c- Üniversitelerin müzik okullarında ders verecek(hocalarına kendini kanıtlamışsa )
d- Müziğin bilimini yapacak(akademik bakış açısı verilmişse )
e- Bar ve kokteyllerde fon müziği yapacak(gece alemini seviyor ve de “stilim bozulmaz” diyebiliyorsa)
f- Bir Müslüman veya başka bir tarikatın temsilcisi olacak(inancı varsa)
g- Stüdyo müzisyenliği yapacak(çalacak stüdyo bulursa)
h- Yurt dışına gidecek(burs bulursa)
i- Sokak müzisyenliği yapacak(alan bulursa)
j- Kendi orkestrasını/topluluğunu kuracak(birleşebilirse)
k- vs, vs, vs.

İkide bir mecburen Atatürkümüz’ün özdeyişine sığınıyoruz:
“Her şey olabilirsiniz ama sanatçı olamazsınız”
Konservatuar mezunu yanıtlıyor: “evet olamıyoruz”…
Sonra mezun bir daha soruyor:
“Bizi kim sanatçı yapmak istemiyor?”

İster sağ ister sol her iktidar döneminde konservatuar mezunlarımızın sesleri kısılıyor.
Çünkü On’lara değer verilmiyor.

Tüm anlattıklarımızın sonucunda olan taze müzik fidanlarımıza oluyor,
Ve…
Konservatuarlarımız içten içe eriyor.
İçin-için bir cümle taze yüreklerde yükseliyor:

“Eyvah, mezun oluyorum…”

Ayhan SARI




Hoşgeldiniz