Gelenekten Beslenen Karagöz… Gözde Çolakoğlu


Toplam Okunma: 10061 | En Son Okunma: 16.04.2024 - 10:03
Kategori: Araştırma Yazıları

Çağımızda toplumsal ve kültürel farklılaşma, teknolojik gelişim ve buna bağlı olarak sosyal değişim gibi nedenler, geleneksel sanatları yitirilme tehlikesiyle karşı karşıya bırakıyor. Toplumsal koşulların değişimi; bazen gelişimi, bazen de yok olmayı beraberinde getiriyor. Buna somut bir örnek olarak; halk sanatlarımız içinde çok önemli bir yere sahip olan Karagöz’ü gösterebiliriz…

Karagöz (yada diğer adlarıyla hayal oyunu, gölge oyunu); 16. ve 17. yüzyıllardan itibaren en önemli eğlence türlerinden biri olmuş, Osmanlı’da yaşamış çeşitli halkların kültür ve müziklerini birleştirmiş, başkent İstanbul’dan Anadolu’ya yayılmış, ramazan ve sünnet düğünlerinde, şenliklerde, kahvehane ve bahçelerde oynatılmıştır. Karagöz’ü bu derece sevilir kılan şey; elbette güldürürken düşündürmesi, komik olaylarla hiciv ve taşlamayı kaynaştırması olmuştur. “Abdülaziz zamanında, belli devlet büyüklerinin doğrudan doğruya perdeden temsil edilerek, taşlandığı için bu gibi oyunların yasaklanması ise; Karagöz’ü bir güldürmece durumuna düşürmüştür.” (Kudret, 1968, c.I, s.38)

İşte aradan geçen yüzyılı aşkın süre; Türk’ün bu geleneksel güldürü, hiciv ve nükte sanatına olan ilginin gitgide azalmasına sebep olmuştur. Günümüzde Karagöz, Uluslar Arası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği (UNIMA) Türkiye Milli Merkezi Başkanlığı, Yapı Kredi, Akbank ve Kültür Bakanlığı’nın çabalarıyla yaşatılmaya çalışılmaktadır. Bazı okullarda, tiyatrolarda gölge oyunu etkinlikleri düzenlense de; bunların sayısı çok azdır. Sinema, televizyon, internet ile gün geçtikçe gelişen teknolojide kendine yer bulamayan Karagöz, toplumun geniş kitleleri tarafından unutulmaya yüz tutmuştur.

Ülkemizin kendini tanıtıcı bu önemli değeri yaşatamaması ile birlikte; tarih boyunca Anadolu ve Rumeli topraklarında yaşamış olan ve kültürümüzle beslenen birtakım azınlıklar, göçmenler vb. ülkelerine bizim kültür ve geleneklerimize ait pek çok değeri götürmüş, çeşitli versiyonlarını üreterek, yeniden canlandırmıştır. Karagöz de buna çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan gibi bazı Balkan ülkeleri ve özellikle Yunanistan bu geleneğe sahip çıkarak, Karaghiosis adlandırmasıyla televizyonlarında devamlı olarak sergilemiş, hatta kültürünün önemli bir simgesi olarak 2004 olimpiyatlarının açılış töreninde kullanmıştır.

Kültürümüzün bir parçası olan Karagöz’e yurt dışında bu kadar büyük ilgi ve özen gösterilirken; niçin bizde yitirilmekte olan değerlerden biridir? Güncelliğini ve dinamikliğini kaybettiği için yada herhangi başka sebeplerle kendi mirasına sahip çıkmayan bir toplum bu mirası tekrar kazanmak için nelerden ödün verebilir? Sinema, televizyon gibi aletler henüz yokken, en önemli eğlencelerden biri olan gölge oyunu, teknolojik gelişmelerle birlikte dışlanıyorsa, bu gelişmeler gölge oyununa getirebilir mi? Örneğin; Karagöz’de dili Osmanlıca kelimelerden arındırıp, daha anlaşılır ve sade hale getirmek, eski konular ve etnik tiplerden kurtulup güncel tiplere yer vermek, müzikleri güncelleştirmek, Tarkan, Sezen Aksu, On İki Dev adam gibi karakterleri gölge oyununa taşımak bu mirası yitirilmekten ne derece kurtarır? Bu şekilde “çağdaşlaşan” Karagöz gündeme gelirken, özüne sahip çıkar mı? Niçin Karagöz’de yeni arayışlar sonuçsuz kalmış, girişimler kalıcı ve sağlam olmamıştır?

Yukarıda değinilen tüm sorunları gölge oyununun doğuşunu, Türk kültürüne girişi, gelişimi ve özelliklerini irdeleyerek, hayal oyununun karakteristiklerini gözle görünür hale getirerek inceleyelim.

1. Gölge Oyunlarının Doğuşu
Gölge oyunlarının menşeini incelediğimiz zaman; Hindistan’a, Orta Asya’ya, Çin’e ve Japonya’ya kadar uzandığını görürüz. İlk ortaya çıkışı hakkında ise tüm kaynaklar hemen hemen aynı hükümlere varmaktadır. Çin’de doğduğu ve sonraları da Moğol Türkleri tarafından oynatıldığı kesinleşmiştir.
Şair ve folklor araştırmaları dergisinin yayımcılığını yapmış İhsan Hınçer’in (1916-1979) görüşüne göre “Camın henüz keşfedilmediği zamanlarda Çin’de pencerelere kağıt yapıştırılırmış. Işık yakıldığı zaman, içeride dolaşanların gölgeleri pencereye aksettiği için görülen hareketler hayal oyununun bulunmasına müncer olmuştur.”
Alman Türkolog ve doğu bilimci Dr. Jakop’un görüşüne göre; “Çin gölgeleri, yani hayal oyunu, ilk defa milattan evvel 121 tarihinde Vu adındaki Çin imparatoru zamanında ortaya çıkmıştır. Bir oyuncu, imparator Vu’ya ölen eşinin hasretini gidermek için perde arkasında onun hayalini göstermiştir” (Hınçer, 1959)
D.T.C.F. Tiyatro kürsüsü eski başkanlarından Prof. Metin And’ın konuyla ilgili açıklaması şöyledir: “Şav Wong adlı bir Çinli, hükümdarın üzüntüsünü hafifletmek için sarayın bir odasına gerdiği beyaz bir perdenin arkasından, bir kadının perde üzerine düşen gölgesini ölen karısının hayali diye sunar.” (And, 2002, s.56) And’a göre Asya’da özellikle Çin, Hindistan ve Endonezya’da köklü bir gölge oyunu geleneği vardır. (Yapı Kredi Koleksiyonu, 2004, s.24)
Bazı kaynaklara göre ise gölge sanatı Hint medeniyetinden dünyaya yayılmıştır. M.Ö. 2. yüzyılda (160-140) Hindistan’da ortaya çıkan oyun, Güneydoğu Asya’da özellikle Çin, Tayland, Japonya ve Endonezya’da ilgi toplamış, medeniyetlerin gelenekleri doğrultusunda şekillenmiştir. (Rawlings, 2003)

Kaliforniya Üniversitesi’nde “Çin” üzerine araştırmalar yapan Profesör Alvin P. Cohen; elimizdeki en eski oyun metinlerinde ünlü Hint destanı Mahabarata’dan pasajlar olduğunu belirtmektedir. Ona göre bu durum, oyunun Hint kökenli olduğunun göstergesidir. (Cohen, 2000) Bununla birlikte; her medeniyet gölge oyununa kattığı öğelerle bu sanatı sahiplenmiştir. Örneğin “Endonezya’da dini ders veren ve eğlence unsuru olan bu oyuna “Wayang Kulit” adı verilmiş ve Gamelan orkestrasının eşliği ile oynatılmıştır”. (Rawlings, 2003)
Görüldüğü gibi kaynaklar bu oyunun Asya kökenli olduğunu ve Müslüman göçmenler yardımıyla batıya doğru yayıldığını göstermektedir.

Türklerin bu bölgedeki varlığını ve kavimler halinde batıya göçlerini düşünecek olursak, beslendikleri kültürü göç ettikleri bölgelere taşımalarının olası olduğunu söyleyebiliriz. Muhtemelen kavimler göçü bu sanatın yayılmasına vesile olmuştur.

2. Gölge Oyununun Türk Kültürüne Girişi
Gölge oyununun Anadolu’ya girişiyle birlikte Karagöz adını almasının, Karagöz’ün Türk’e ait olduğunun kanıtlanması açısından önemli olduğunu düşünüyoruz. Kaynaklara göre; gölge oyununun menşei Orta Asya’dır, fakat Karagöz-Hacivat tamamen Türk karakterleridir. Bununla birlikte; Balkanlar’da, Mısır’da ve daha pek çok bölgede gölge oyunlarına rastlamaktayız ki; bu oyunların kahramanlarının adları bizim Karagöz’ümüzdekilerle benzerlik göstermektedir.

Karagöz’ün Türklüğü hakkında İhsan Hınçer’in görüşü; “Türk gölge oyununun Karagöz’ü ve Hacivat’ı tamamen Türk’tür. Esasen ne Evliya Çelebi’nin, ne de başka iddialarda bulunanların bunun aksini ispat etmeleri mümkün olmamıştır. Bu yerli tipler, Orta Asya’dan gölge oyunlarıyla birlikte gelen Türkler tarafından, Osmanlı devletinin kurulması sırasında doğmuştur. Halk, hiçbir şeyden çekinmeyen, gözü kara, cesur ve gözünü budaktan sakınmayan halk temsilcisine Kara göz(lü), oku yazar, Arapça ve Farsça’ya vakıf olana da Hacivat (Hacı Evhat) adını vermiştir.” şeklindedir. (Hınçer, 1959)

Alman Türkolog Hellmut Ritter’in görüşüne göre ise; Karagöz ve Hacivat hayal perdesine Anadolu’dan girmiştir. Anadolu ve Türk tiplerinin en popüler şekilde temsilcisi olan Karagöz-Hacivat iki ayrı şahsiyeti temsil eder. Karagöz, pervasız, sade, açık kalpli olan halkın temsilcisidir. Hacivat tahsil görmüş, merasim ve teşrifata tabii, dalkavuk ruhlu, işinin çıkarına bakan bir tiptir. Bunlardan başka Türk mahallesinin kadın, erkek birçok tipleri bütün özellikleriyle bu perdede temsil edilir.” (Ritter, 1953, c.IV, s.246)

Karagöz’ün Anadolu’ya girişi hakkında en bilinen rivayetler şunlardır:

1. Türkiye’deki Karagöz oynatanların (hayâlilerin) rivayetlerine göre; gölge oyunu Anadolu’da ilk olarak 14. yüzyılda İran’ın Şustar (veya Küşter) şehrinden Bursa’ya göç eden Şeyh Muhammed Küştâri tarafından icra edilmiştir. Şöyle ki: Bursa Ulu Cami’nin inşasında (1324-1362) çalışan duvarcı ustası (Halil Hacı Ivaz) Hacivat ile demirci ustası (Kambur Bâli Çelebi) Karagöz arasında geçen nükteli sohbetleri dinlemek isteyen diğer işçiler işlerini aksatırlar, bu yüzden caminin yapımı da bir türlü bitmez. Bunu öğrenen Sultan Orhan bu işin sorumlusu olarak Karagöz ve Hacivat’ın başlarını vurdurur, ancak bundan büyük üzüntü duyar. Şeyh Küştâri, az bir müddet sonra pişman olan sultanı teselli etmek amacıyla bir perde kurdurur ve perde arkasından onların görüntülerini oynatıp, nükteyle yaşatır.” Şeyh Küştâri Bursa’da meftundur. Hayal oyunlarının cereyan ettiği meydan (perde) “Şeyh Küşteri Meydanı” diye anılır ve perde gazellerinde şeyhin ismi oyunun mucidi olarak geçer. (Hınçer, 1959)

2. Metin And; 1517 yılında Mısır’ı fetheden Yavuz Selim’in, Memluk sultanı Tumanbay’ın Nil nehri üzerindeki Roda adasında asılışını hayal perdesinde canlandıran bir hayal sanatçısını, oğlu Kanuni Sultan Süleyman’ın da görmesini arzu ederek İstanbul’a getirmesinden bahseder. Gölge oyunu da Anadolu’ya girmiş olur. (Yapı Kredi Koleksiyonu, 2004, s.17)
Bu düşünceye göre; Türkler 16. yüzyılın başında perde gerisinden gölge yansıtma tekniğini Mısır’dan almışlardır. Mısır oyunlarında birbirinden kopuk sahneler bulunduğu için ilk başlarda Türk gölge oyunlarında da buna uyulmuştur. Ayrıca, Mısır gölge oyunlarında belirli, kalıplaşmış kişilere rastlanmaz. Nitekim 16. yüzyılda Karagöz ve Hacivat’ın adını pek duymayız. Böylece, Mısır’dan alınmış olan bu yeni oyuna zamanla Türk yaratıcılığı katılmış, çok renkli, hareketli bir biçim verilmiş, kesin alini aldıktan sonra da Osmanlı İmparatorluğu’nun etki alanı çevresinde yayılmıştır. Böylece gölge oyunu Mısır’a yani geldiği yere bu yeni biçimiyle dönüp yerleşmiştir. Hakikaten bir çok gezgin, 19. yüzyılda Mısır’daki gölge oyununu anlatırken, bunun Karagöz olduğunu, Mısır’a Türkler tarafından sokulduğunu ve çoğunlukla Türkçe oynatıldığını belirtmişlerdir. (And, 1985, s.278)

3. Evliya Çelebi’nin (1611-1682) hikayesi ise şöyledir: Efelioğlu Hacı Eyvad, Selçuklular çağında Mekke’den Bursa’ya gidip gelen Yokça Halil diye tanınmış biridir. Bu yolculuklardan birinde kendisini eşkıyalar öldürmüştür. Karagöz ise Bizans tekfuru Konstantin’in seyisi olan, Edirne dolaylarında Kırk Kilise’den kıptî Sofyozlu Bâli Çelebi’dir. Yılda bir kez Tekfur kendisini Alaeddin Selçuki’ye gönderdiğinde Hacıvat ile buluşup, konuşurlar. Gölge oyunu sanatçıları ise onların söyleşmelerini gölge oyunu olarak oynatır. Ancak bilindiği gibi Anadolu Selçuklu Devleti 1308-1318 yıllarında son bulmuştur. Evliya Çelebi ise 1611 yılında doğmuştur. Evliya Çelebi’nin kendi doğumundan yaklaşık 300 yıl önceki bir olay hakkındaki görüşlerinin güvenilirliği yoruma açıktır. Karagöz ile Hacivat’ın gerçekten yaşayıp, yaşamadıkları ise hiçbir şekilde ispat edilememiştir. (Kudret, 1968, c.I, s.11)

Kanımızca bu rivayetlerin ilk ikisinin de gerçekliği olasıdır. Örneğin Metin And; Sultan Orhan zamanında Bursa’da gölge oyununun gösterildiğini belirtecek hiçbir belge olmadığı gibi, Karagöz ve Hacivat adının geçtiği bir belge de olmadığını ifade etmektedir. (Yapı Kredi Koleksiyonu, 2004, s. 23)

Bunlar yada bunlara benzer sebeplerle gölge oyunu bir gösterim tekniği olarak Mısır’dan gelmiş, Karagöz ve Hacivat olarak Türk kültüründe doğmuş, anonimlik kazanarak yayılmış ve geleneklerden günümüze gelen bir miras halini almıştır.

3. Türk Geleneğinde ve Günümüzde Karagöz

16, 17, 18 ve 19. yüzyıllarda Karagöz’ün Osmanlı’nın en önemli eğlencelerinden biri olduğunu kanıtlayan pek çok kaynak elimizdedir. 17. yüzyılda Evliya Çelebi, Naima, Abdi gibi yerli yazarların eserleri ve o çağda İstanbul’da bulunmuş Avrupalıların anı ve gezi kitapları, 18. ve 19. yüzyıllarda da Seyid Vehbi, Haşmet, Kâni, Sururî gibi şairlerin eserleri (Sûrnâme, Velâhatnâme, Hezeliyyat) ve yabancı yazarların verdikleri bilgiler tezimizi kanıtlamaktadır.Ülkenin pek çok yerinde evlenme, doğum, sünnet düğünlerinde saray, konak ve evlerde; ramazanlarda kahvehanelerde Karagöz oynatılmıştır.

Abdülaziz’in devlet adamlarına göndermeler yaptığı ve taşlamayla andığı gerekçesiyle bu geleneksel sanattan hiciv ve yerginin çıkarılmasını istemesi, Karagöz’ün taşlama ve hiciv özelliğinin, siyasi mizah dergileri ve gazetelerde devam etmesine yol açmıştır .
Görüldüğü gibi Karagöz, yüzyıllar boyu en önemli eğlence ve taşlama aracı olmuştur. Üst düzey devlet adamı, memur gibi toplumun her sınıfının beğenisini kazanmış, özel gün ve geceleri süsleyen bir seyirlik gösteri olarak yüzyıllarca yaşamıştır.
Karagöz oyunu, televizyonun olmadığı zamanlarda aile bireyleri ve komşular arasında yapılan uzun ramazan gecesi muhabbetlerinin en önemli öğesidir. İster saray, konakta ve evlerde, ister özel salonlarda olsun evlenme ve sünnet törenlerinin vazgeçilmez eğlencesidir. Öyleyse; bu oyuna günümüzde yılda kaç kere rastlıyoruz ya da rastlıyor muyuz?

Artık uzun ramazan gecelerinde; aile, konu-komşu ziyaretlerinde yapılan sohbetler yok. Onun yerine televizyon, radyo, internet var. Elit kesimin düğün ve sünnet eğlencelerinin bir numaralı öğesi havai fişek, ünlü şarkıcı ya da stand-upçılar, dansözler… Toplumun diğer kesimleri de bütçesinin elverdiği ölçüde canlı ya da cansız müzik, dans gibi unsurlarla eğlence gecelerini renklendiriyor.

Gösteri merkezlerini, konser salonlarını artık komedyenlerin (diğer bir ismi ile stand- upçıların) gösterileri dolduruyor. İnsanlar, açık hava salonlarına Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Beyaz, Ata Demirer gibi ştand-upçıları seyredip, gülmeye gidiyorlar. Düğünlerde, ünlü restoranlarda Huysuz Virjin, Mehmet Ali Erbil gibi komedyenler toplumun tanınan simalarını taşlayarak konukları güldürüyor.
Fakat gösteri merkezinde yada konser salonunda bir Karagöz oyunu oynatılsa ilgi Cem Yılmaz’a gösterilenin yarısı kadar bile olur mu? Bu soruya verilebilecek cevap müspet olmayacaktır.

Bunlarla birlikte göz ardı etmememiz gereken ve ülkemizde Karagözün tekrar hatırlanmasını sağlayan bir dönem vardır: Ramazan ayı. Çünkü bu ayda Karagöz ön plana çıkmakta ve ünlü markalar tarafından reklam unsuru olarak kullanılmaktadır. Televizyonun olmadığı dönemlerde; ramazan boyunca her gece oynatılan Karagöz oyunu, gelenekteki bu özelliği nedeniyle, ramazan ayını hatırlatan bir öğe olarak simgelenmektedir. Ayrıca ülkemizi tanıtmak amacıyla hazırlanmış pek çok internet sitesinde de Karagöz, popülaritesini kaybetmiş, eski bir ramazan eğlencesi olarak tanımlanmaktadır. (http://www.cankan.com/eng/index.htm) (http://www.atamanhotel.com/karagoz.html)

Fakat çağımızda Karagöz’e gönül vermiş hayaliler ve dernekler tarafından yürütülen yeni arayışlar, çalışmalar; bu mirasın yaşatılması açısından önem arz etmektedir.

Örneğin günümüzde pek çok hayalî Karagöz’ü modernleştirmekten yanadır. Usta hayâlî Tacettin Diker; “Karagöz’ün yaşanan hayatı temsil etmesi ve halkın sesi, kulağı ve ifadesi olması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre Karagöz, çağdaş formlarla yeniden yorumlanırken, ‘kâr–ı kadîm’ denilen eski Karagöz de müzelik olarak korunmalıdır. ” (Zaman Gazetesi, 2002)

Yine günümüz Karagöz ustalarından Emin Şenyer “Karagöz Oyunu” adı altında bir internet sitesi de kurarak, Karagöz’ü yaşatmaya çalışmaktadır. Şenyer güncel motifleri, olayları mizahi bir dille anlattığını, Tarkan, Sezen Aksu, On İki Dev Adam gibi tiplere oyunlarında yer verdiğini ifade ederek, Karagöz’ü güncelleştirmek gerektiğini savunmaktadır. (Milliyet Gazetesi, 2004)

Web tasarımcısı ve flashblind adlı şirketin sahibi Faruk Korkmaz ise Karagöz’e internette bir sitede (www.karagoz.tv) hayat vermiş, flash teknolojisiyle bir gölge oyunu hazırlamış ve bunu Türkçe ve İngilizce olarak sunmuştur. Farazi Kozmos adlı bu oyunda Karagöz internet kıraathanesinde oturmakta ve internet sitelerinde gezinmektedir. (http://www.karagoz.tv/)

Ayrıca Milletler arası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği Türkiye Milli Merkezi (UNIMA) Bursa Şubesi olan Bursa Karagöz Sanat Evi’nde, Bursa Karagöz Tiyatrosu’nda, Bursa Karagöz Antik Shop’unda, İstanbul Kâtibim Karagöz Evi’nde ve bu gibi derneklerde; festivaller, gösteriler, özel eğitim kursları vasıtasıyla Karagöz yaşatılmaya devam edilmektedir.

Kanımızca; bu gibi sayıca çok olmayan arayışlar ve çalışmaların artması, Karagöz’ü tekrar gözler önünde olan bir sanat haline getirebilecektir.

4. Karagöz’de Musiki
Musiki, Karagöz oyununun en önemli öğelerinden biridir ve ayrıca bir özellik kazandığı için ona hiç tereddüt etmeden Karagöz Musikisi denilebilir. (Üngör, 1989, s.2)

Bu musikinin özelliklerine kısaca değinelim:

• Musiki, Karagöz oyuna kişilik katan bir özelliktir. Klasik Türk Musikisi ve Halk Musikisi çok çeşitli olarak kullanılmıştır. Çeşitli formlar, makamlar, şarkılar ve hatta çeşitli bestekârlar görülmektedir.

• Çalgılar; perdedeki çalgılar ve perde gerisindeki çalgılar olmak üzere ikiye ayrılırlar. Perde gerisinde Türk sanat müziği çalgıları (kanun, ud, keman, zurna, klarnet, def,zil, zilli maşa, nakkare), perdedeyse halk müziği çalgıları (Karadeniz kemençesi, davul, zurna, kabak, tulum) ile özel bir musiki türü yaratılmıştır.

• Karagöz’de musiki, konunun özelliğine uygun bir nitelik taşır. Oyun, konusuna göre semai formunda bir eserin ve ardından (yegâh makamında, günümüzde ise genelde makamsız-şiir şeklinde) tasavvufi düşüncenin bir yansıması olan perde gazelinin okunmasıyla başlar. Bundan sonra da oyunun ve metnin ön gördüğü yerlerde belirli tipler “hayal şarkılarını” okurlar.

• Karagöz oyununda müziğin en önemli yönlerinden biri; her tipin kendine özgü, belirleyici bir şarkı ya da müzik parçasıyla perdeye gelmesidir. Sözgelimi, Yahudi perdeye gelmeden önce “Balat kapısından girdim içeri”, Laz gelirken de “Yavuz geliyor, Yavuz” parçaları çalınıp söylenir. Polka da, Rum tarzının belirtisidir. İşte bu –Wagner’in 19. yy. ortalarında operaya getirdiği yenilik sayılan- önezgidir (leitmotiv) ve öteden beri Karagöz’ün en önemli müzik öğesidir. (Borcaklı, 1970, s. 7.)

Ethem Ruhi Üngör ise kitabında güfte ya da bestelerdeki melodi özellikleri bakımından eserlerin tiplerle özdeşleştiğini ve o kişilikle ilgili olduğunu belirtmiştir. (Üngör, 1989, s.2)

Fikrimizce de hayal şarkıları, karakterlerle adeta özdeşleşmiştir ve onlara uygun bir güfte ve ezgi yapısı içindedir. Burada şunu söyleyebiliriz ki; Osmanlı toplumundaki etnik ve dini cemaatlerin kültürleri Karagöz musikisine canlı bir biçimde yansımıştır ve bu tipler kendi kökenlerinin müzik ve kültürleri hakkında ipuçları vermektedir. Bu nedenle; Arap, Acem, Laz, Frenk-Rum, Ermeni, Çingene, Arnavut vb. kültürleri inceleyen bir araştırmacı için ‘Karagöz Musikisi’ baş vurulabilecek bir kaynak niteliğindedir.
Cevdet Kudret 1968,1969,1970 yıllarında yazdığı 3 ciltlik eserinde 35 Karagöz oyununu derlemiş, faydalandığı kaynakları bildirmiştir. Genellikle Hellmut Ritter’in “Karagös” adlı eserine, Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü arşivine, Milli kütüphane müzik bölümü arşivine ve çeşitli hayalilerin kayıtlarına baş vurmuştur. Ethem Ruhi Üngör ise Cevdet Kudret’i de kaynak alarak 30 oyun incelemiş, bu oyunlarda icra edilen musiki eserlerini notalarıyla da sunmuştur.

Görüldüğü gibi Karagöz, musikisiyle de geleneğimizin bir parçasıdır ve Anadolu kültürüyle beslenmiş halklar bu musikinin çeşitli versiyonlarını oyunlarında kullanabilirler, haliyle kullanmaktadırlar.

Bu nedenle; Karagöz’ün ana unsurlarından biri olan musikisinin de yitirilmekten kurtarılması gerektiğini düşünüyoruz. Mesela; Kalan Müzik’in 1996’da çıkardığı “Karagöz-Hacivat: Golden Horn Ensemble” adlı CD bu alanda örnek teşkil edebilecek bir çalışmadır ki; kapak kısmında da Karagöz musikisini tanıtıcı bilgiye yer verilmiştir.

SONUÇ
Bu çalışmadaki tüm inceleme ve değerlendirmeler gösteriyor ki; Karagöz kendine özgü bir Türk sanatıdır. Yüzyıllar boyu toplumumuzun bir öğesi olarak yaşamış, en sevilen seyirlik sanatların başında gelmiştir. Fakat 20. yüzyıla değin çok geniş bir yelpazeye yayılan Karagöz’e tam olarak sahip çıkılmaması, onu güncelliğini ve dinamikliğini kaybetmiş bir sanat haline getirmiştir.
Üzerinde önemle durulması gereken nokta; yitirilmekte olan bir Türk sanatının gelecek kuşaklara aktarılmasıdır ve kanımızca bunu gerçekleştirmek için çağın gereklerinden ödün vermemiz gerekmiyor.

Sinema, televizyon, gazete gibi kitle iletişim araçları bu kadar etken değilken, en önemli eğlencelerden biri olan Karagöz’e günün şartlarına uygun bazı özellikler getirilebilir.

Yunanistan televizyonlarında kendine yer bulan Karagöz’e günün belirli saatlerinde yer verilebilir. Kaynaklardaki oyunların dili günümüze göre sadeleştirilerek, izleyicisini tekrar kazanabilir.

Açık hava konserleri ve stand-up gösterileri kısa Karagöz oyunlarıyla başlayabilir. Hatta kukla yerine, kukla kılığına girmiş kişiler güldürü ve nükte sanatını yaşatabilirler. Karagöz musikisi üzerine konser ve albüm çalışmaları yapılabilir.

Fakat; eski konulardan ve etnik tiplerden tamamen kurtulup güncel tiplere yer vermenin, müzikleri güncelleştirmenin bu mirası yitirilmekten kurtaracağını düşünmüyoruz. Burada başarılması gereken çağın gereklerine cevap verirken, mümkün olduğunca özünü kaybetmemektir. Karagöz’ün özündeki unsurlara bazı yenilikler ilave edilebilir, dil sadeleştirilebilir, birkaç güncel müzik parçası, çağımız insanından birkaç örnek yada günümüz olaylarına atıf yapan nüktelerle başarı sağlanabilir.

Bu unsurları kaynaştıracak olan çağımızın hayâlîleridir ki; dozunda ve özünden hiçbir şey kaybetmeden yapılırsa Karagöz yozlaşmadan, korunabilir. Aksi taktirde bu yenilikler kalıcı olmayacak, sadece özünü bozan arayışlar olarak tarihin tozlu sayfaları arasında unutulacaktır.

KAYNAKLAR
AND, Metin, Geleneksel Türk Tiyatrosu, İstanbul: İnkılap Kitabevi, 1985.
AND, Metin, Oyun ve Bügü, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002.
BORCALI, Ahmet, Karagöz, Ankara, 1970.
COHEN, Alvin P., Documentation Relating to the Origins of Chinese Shadow Puppet Theater, Asia Major, 2000, Sayı 13, Bölüm:1.
HINÇER, İhsan, Gölge Oyunlarının ve Karagözün Doğuşu, Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, T.F.A. Yayınları, İstanbul, no: 119, Haziran 1959.
(HAYALİ) KÜÇÜK ALİ, Eskiden Nasıl Karagöz Oynatılırdı? Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, T.F.A. Yayınları, İstanbul, No:140, Mart 1961.
JUDETZ, Eugenia Popescu, Studies in Oriental Arts, Pittsburgh, Pennsylvania: Duquesne University Tamburitzans Institute of Folk Arts, 1981.
KALAN MÜZİK, Karagöz-Hacivat – Golden Horn Ensamble, 1996.
KUDRET, Cevdet, Karagöz, İstanbul: Bilgi Yayın Evi, 1968-1969-1970, c. I,II,III.
MILLIYET GAZETESİ, Tarkan Karagöz Sahnesinde, Emin Şenyer’le Röportaj, 19 Eylül 2004, (Röportajı Yapan: Bünyamin Aygün)
MİLLİYET YAYINLARI, Büyük Ansiklopedi, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1990. c. VIII.
RAWLINGS, Keith, Deeper Investigations, Observation on The Historical Development of Puppetr,.2003. (http://www.sagecraft.com) 25.01.2006
RITTER, Hellmut, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1953, c.IV.
ÜNGÖR, Ethem Ruhi, Karagöz Musikisi, Ankara: MAS Matbaacılık, 1989.
YAPI KREDİ KARAGÖZ KOLEKSİYONU, Yıktın Perdeyi Eyleyin Vîrân, İstanbul: YKY Yayınları, 2004.
ZAMAN GAZETESİ, Bugünü Yaşamayan Karagöz’ün, Yarını Yoktur, Tacettin Diker’le Röportaj, 23 Mart 2002, (Röportajı Yapan: Celal Çığır)
http://www.atamanhotel.com/karagoz.html 25.01.2006
http://www.cankan.com/eng/index.htm 25.01.2006
http://www.karagoz.tv/ 05.10.2006
http://www.karagozevi.com 25.01.2006
http://www.karagoztravel.com 25.01.2006
________________________________________
Folklor-Edebiyat Dergisi, sayı:46, 2006/2 de yayınlanmıştır. (M.D.)




Hoşgeldiniz