Kentsel Değişimde Müzik ve Orhan Gencebay… Dr. Ayhan Sarı


Toplam Okunma: 2270 | En Son Okunma: 02.05.2024 - 17:40
Kategori: Fikir Yazıları, Yazarlarımız: A.Sarı

Hemen hemen çeyrek yüzyıldır popüler müzik hayatımızda ortaya çıkan “kimin sanatçı olup kimin olmadığı, neyin sanat neyin olmadığı tartışmalarıyla, önceden kendini…, kendi yaptığını-ürettiklerini…” sanat birikimi sığ olmasından dolayı hemencecik dünyanın en büyük sanat olayı diye benimseyiveren sanatçı kopyaları, şimdilerde birer kötü kopya olduklarının psikolojik gerçekliğine vardılar. Bu da onları kaliteli bir şeyler yapmak uğruna üretimsizliğe götürdü…

Çünkü kendi içlerinde, ürettiklerinin ne olup ne olmadığı konusunda hesaplaşmaya girmişlerdi. Bu içsel hesaplaşmaları toplumsal-sanatsal zekâlarının doğal bir sonucuydu.  Doğdukları, starlaştıkları kültürel düzeyin vitaminleri harcadıkları enerjiyle örtüşmemeye başlamış, kendi içlerinde eksiklikleri daha bir duyumsar olmuşlardı. Bu eksiklikler de üretimleri açısından hastalanmalarına yol açmıştı.

Aslında “olduğun kadar varsın” doygunluğunda kalsalar, belki yine bir problem çıkmayacaktı ortaya. Bu doygunluğa önemli örneklerden birisi Hakkı Bulut’tur. Önceleri seslendiği kitlenin kültürel gelişmesinden kaynaklanan daralmayı hiç önemsemedi. Tıpkı “kalan sağlar bizimdir” mantığında olduğu gibi.

Diğerleri bu daralmayı yok olma paniğine dönüştürdüklerinden ve alt yapıları da daha üst düzeylere çıkmaya yeterli gelmediğinden, yaşamsal sonuçları uyuşturucuya kadar varan üretimsizliğe, hatta kendi hayatını giderek eritmeye kadar uzanabilmektedir. Bu sonuca ulaşan örneklere sadece ülkemizde değil tüm dünya sanatındaki bazı kişiliklerde gözlemlemek mümkündür.

Asıl korkuları “yok olma” temeline dayanıyordu. Ama bu üretimsizlik sonucunda gerçekten yok olacaklardı.

Yine geldikleri noktaya dönersek: Şimdi onlar bir yerlere gelmişlerdi ama bir yerlerde olmadıklarının da farkındaydılar. Başında “küçük, Ankaralı, baba, uzaylı vs ” lakabı bulunan veya hiçbir lakabı olmayıp da “alın cebimde on liram var, onu da size vereyim ama Ayten’ime dokunmayın” sanatsal !! şiirleriyle dibe vuran bezgin şairlerin örneksel uzantıları, iç dünyalarındaki çıkmazın bu tür zavallı yaklaşımlarla bir yere ulaşamıyacağını öğrendiler.

Aslında onların yerlerine, kendilerinin ilk hali olan sanatçı kopyaları gelecek, bu döngü böyle sürüp gidecek, her döngüde düzey biraz daha artacaktı. Söz konusu döngü toplumun, özellikle gerçek şehirleşmiş toplumun eğitim seviyesinin yükselmesine, bazı ortak sanat değerlerinin bulunulmasına değin sürecektir. Asıl olan bu döngünün kendi içindeki kalitesel devinimidir.

İşte bu kalitesel devinim hız kazandıkça ve sosyal düzey merdivenleri çıkıldıkça yapılacak tek şey kalacaktı. Neydim? Ne oldum…

Yukarıda anlattığımız ana konunun temeli, önceleri arabesk olarak niteleyip -açıkça desteklemesek de- sonradan içten içe onayladığımız bir ekole uzanmaktadır.

Orhan Gencebay Ekolü. Varoşlardan kentsel yaşamın kültürüne oya gibi işlenerek tüm resmi-entelektüel müzikal engellemelere karşın kendine kalıcı bir yer bulan bu ekol, her ekol gibi zaman içinde yukarıda değindiğimiz saptamaların gerçekliğinde yeni arayışları da beraberinde getirmeye başlamış, fakat yeni bir Orhan Gencebay’ın doğamamasından ötürü çıkmazda kilitlenip kalmıştır.

Bu nedenle de elimizde tek tutunabildiğimiz dal olan Gencebay ekolünü -şimdilik sosyal olgu olarak da olsa- irdelememiz ihtiyacını gerektirmiştir. Bu ihtiyacı çeşitli internet forumlarında Gencebay fanatikleri başlatmış ve geliştirdikleri gözlenmektedir.

Bu durum, ülkemizde hemen her şeyin çatırdamaya başladığının göstergesidir bir anlamda. Tıpkı Konfiçyus’un meşhur söylemini yorumlamamızda olduğu gibi: “Müzikal değişim, toplumsal değişimin baş göstergelerindendir”

Toplumumuzun kültürel hayatında önemli bir yere sahip Gencebay müziğinde duyulan ana sıkıntının yukarda anlatılanlardan çok da farklı olmadığını söyleyebilir ve sorumuzu sorabiliriz:

Gencebay’ı günümüzde hangi bakış açısıyla değerlendireceğiz?”

Gencebay müziğinin sürecinde çok yollar aşındı. O’nun toplumsal seslenimlerini göz önünde bulundurursak başarılı olduğu sonucuna varmakla birlikte aynı sonucu müzikal gelişiminde görememekteyiz. Bunu söylerken nüfusumuzun %40’nın 20’li yaşlarda ve altında olduğu istatiksel gerçeğini gözardı etmemiz mümkün değildir. Bu genç kitle tüm popüler gerçekliğimizin ana belirleyicisidir. Bunun içinde, ana haber bültenlerimizin içeriğinin oluşmasından tutun da karar verici organlarımızın belirlenmesine kadar uzanacak derecede henüz ismi konmamış birçok toplumsal problem karşımıza çıkmaktadır.

Bu duruma klasik bakış açısıyla “genç-yaşlı çatışması” diyebilir miyiz? İstatistiklere bakarak bu soruya “evet” dememiz pekâlâ mümkün görünmekle birlikte, aynı zamanda bugüne değin toplumsal geleceğimizi hesaplıyamamızın ve kısa vadeli, yeniden seçilme amaçlı devlet politikamızın yetersizliğinin acı gerçeğini, çaresizliğini gözler önüne sermektedir.

Bütün bunların ışığında Orhan Gencebay, Gencebay’ı Gencebay yapan genel toplumsal yaşantımızın değişiminin ana hatlarını sözsel olarak çok iyi yakalıyor. Ama müziği yakalayamıyor. Yani toplumda ne varsa Gencebay’da da o var.

Bugün toplumumuzda müzik gelişiyor mu? Tabii ki hayır. Değişiyor mu? Evet… Ama kime göre değişiyor? İşte bu genç nüfusumuza ve bu nüfusumuzun internet vs aracılığıyla edindikleri temeli olmayan sanal izlenimleriyle değişiyor. Dolayısıyla Gencebay’da da gelişmiyor. Bir tekrar, bir gelişim zorlaması söz konusu. Elinde ne malzeme varsa onu kullanıyor.

Gencebay toplumdan beslenen bir sanatçı. Bugün O’nun hitap ettiği dinleyici kitlesi toplumsal yaşam düzeyi olarak gelişmekle birlikte, aynı gelişmeyi müzikal olarak gösterememektedir.

Gencebay bunun farkında; bunu geliştirmek için çırpınıyor ama müzikal vitamin değeri zayıf olan bir toplumdan beslendiği için ortaya çıkan müzik de bir türlü kendi istediği “müzikal düşüncelerinin uygulaması” düzeyine erişemiyor.

O da ne yapıyor? Kişisel konuşmalarında büyük konuşuyor, senfoni diyor, büyük müzikal yapımlar diyor, Türk müziğinin tarihsel büyüklüğü diyor ama karşısında bu söylediklerini anlayacak bir seslenim alanı göremiyor. Sanatçı toplumu aşıyor, ama yine de bırakamıyor. İşte bütün sorun burada. O seslendiği kitleyi seviyor. Ve müzikal olarak o toplumun aşama kaydedemediğini görüyor. Kendi geldiği gelişim düzeyiyle seslendiği kitlenin aynı düzeye gelemediğinin dayanılmaz sancılarını çekiyor. Sırf o kitleden uzaklaşmamak uğruna kendini, tam bilinçli olmasa da müzikal olarak yinelemeyi tercih ediyor.

Aslında Gencebay da bir çıkmazda. Kendi açısından gelişmeyi ve olması gerekeni görüyor ama ama onu vareden çevresi aynı seviyeye bir türlü gelmiyor.

Bu durum bir halk sanatçısı için çok önemli bir sorun. Londra Senfoni Orkestrası ile çalışmalar yaptı, konçerto denedi vs vs. ama ne kendini tatmin edebildi, ne de seslendiği dinleyici kitlesini.

Eserlerinin sözlerini seslendiği toplumsal kitle ve bu kitlenin sosyal gelişimi açısından çok iyi belirliyor, yazıyor. “Hor görme garibi”şarkısından “Bir teselli ver”e, “Hatasız kul olmaz” dan “batsın bu dünya”ya ve “Tanrı’ya feryat” dan “Yarabbim sen büyüksün”e , “Cennet Gözlüm” den “Elhamdülillah” a, “Değişmem gerek”den “Yalnız değilsin’e, “Sen de haklısın” dan “Gelin birlik olalım”a, “Bakırköy’den mektup var” dan “Cevap ver”e, “Neyi değiştirdik ki”den “Söylenmedik söz kalmadı” ile bugüne ulaşan ve “Bugün senin doğum günün” “Besmeleyle başla” gibi eserlerle şimdilik son sözünü söyleyen ve görüldüğü gibi sürekli devinen bir toplumsal nabız tutuş, Gencebay’ın en önemli özelliği.

Bağımlı olduğu bir “Gencebay ekolü” var. Bunu aşamıyor. Şarkılarındaki söz gelişimi toplumsal nabız tutuş açısından çok iyi olmasına karşın müzikal gelişimini(duyumsamasına rağmen) yansıtamıyor.

Ve sonuçta müzikal olarak kendi kendini tekrar gibi bir tıkanıklık ortaya çıkıyor. Eski toprak olmanın ağır sorumluğunun altında eziliyor. Ve salıyor kendini pop starlara. Pop Star jurisinde yanı başındaki dayanılmaz diva Bülent Ersoy’un etkin iğnesel varlığına “eyvallah” diyerek, o klasik olgunluğu ve doymuşluğunun verdiği rahatlıkla, hiç sesini çıkarmıyor. (Bunun popüler müzik belleklerimizdeki ilk belirgin örneğini –nur içinde yatsın- Zeki Müren’de görmüştük. Kendisine neden ağdalı piyasa müziği yapmaya başladığı sorulduğunda : “Biz halva demesini de helva demesini de biliriz” diye yanıtlamıştı.)

Gencebay hep zirvede olduğunu biliyor. Şu anda ki görünümü ise yine klasik Orhan baba görünümü. Olgun, vakur, düzeyli.

Bekliyor.

Çok sevdiği kitlesinin “Türk Gencebay Senfonisi”ni dinleyebilecek düzeye ulaşacağı günleri bekliyor.

Bekliyoruz…

______________________

(*) Resimde O.Gencebay’ın elinde görünen çalgının ismi “Divane” olup mucidi İzmir’de çalışmalarını sürdüren Sn. Yavuz Gül’dür. (Divane çalgısı için bkz: www.divane.com.tr)




Hoşgeldiniz